Suriye devriminin başlamasından 13 yıl sonra Beşşar Esed'in hızlı ve dramatik bir şekilde düşüşü, istikrarlı, ancak baskıcı bir statüko algısını paramparça etti.
Bu 13 yılın büyük bölümünde, İran ve Rusya'nın sarsılmaz desteğini alan Esed rejimi, muhalefeti acımasızca bastırdı.
2011'de bir ayaklanma olarak başlayan şey, sonunda yıkıcı bir iç savaşa dönüştü.
Popüler Gazete'nin Foreign Affairs dergisinden aktardığı, Hamidreza Azizi imzalı analize göre savaş boyunca Esed'in en sadık müttefiki olan İran, onun hayatta kalmasını sağlamak için muazzam kaynak ve askeri yardımlar sağladı.
Tahran 2011'den bu yana Suriye'ye askeri yardım, petrol transferi ve lojistik destek için 30 milyar ila 50 milyar dolar arasında bir para harcadı.
İran Devrim Muhafızları'nın elit kanadı Kudüs Gücü, Suriye ordusunu takviye etmek üzere yerel milisleri eğiterek, aralarında Hizbullah üyeleri, Iraklı, Afgan ve Pakistanlı grupların da bulunduğu çok sayıda yabancı Şii milisi harekete geçirerek operasyonları koordine etti.
Tahran, 2018'de geniş çaplı çatışmaların azalmasının ardından, Suriye'nin güney ve güneydoğusundaki nüfuzunu pekiştirmeye, toprak üzerinde kontrolü sağlamaya ve milisleri Suriye ordusuna entegre etmeye odaklandı. Ancak bu çabalar Esed'in 8 Aralık'ta hızla çöküşünü engellemeye yetmedi.
Esed rejimi devrilip, Suriye ordusu hızla dağılırken, İran şaşırtıcı bir şekilde ortada görünmedi.
Sonrasında, İran'ın dini lideri Ali Hamaney, Esed'in düşüşünü yabancılar tarafından düzenlenmiş bir "komplo" olarak nitelendirdi. Bu tepki, Tahran'ın "dirençli bir bölgesel güç" olarak imajını koruma çabalarını yansıtıyordu.
Ancak olayların hızlı temposu, Tahran'ın askeri ve siyasi kaynaklarının son zamanlarda tükenmesi ve İsrail ile doğrudan ve dolaylı askeri çatışmaların artmasıyla birlikte, İran liderliği tutarlı bir yanıt formüle etmekte zorlandı.
İran'ın Şam'da "muktedir ve istikrarlı bir hükümet" görüntüsüyle yanıltıldığı anlaşılıyor, her ne kadar Tahran, Esed'in bu yanılsamayı yaratmasına yardım etmiş olsa da...
İran hükümeti, savunma hatlarının parçalanması ve askerlerin savaşmaya hazır olmadıkları ya da savaşamayacakları ortaya çıkınca Suriye ordusunun hızla çöküşüne hazırlıksız yakalandı.
Muhalifler, sadece birkaç gün içinde Suriye'nin ikinci büyük kenti Halep'i ele geçirip güneye doğru ilerlerken, İran'a etkili bir karşılık verecek zaman bırakmadı.
İran Devrim Muhafızları Komutanı Hüseyin Selami'nin de itiraf ettiği gibi, İran “boş boş oturup seyreden Suriye ordusu adına savaşamazdı.”
Hizbullah'ın zayıflaması, İran'ın karşılaştığı zorlukları daha da arttırdı.
Hizbullah, son 10 yılda binlerce milisinin Esed rejimini desteklemek için görevlendirilmesiyle, İran'ın Suriye'deki stratejisinin merkezinde yer aldı.
Hizbullah, Kudüs Gücü komutanı Kasım Süleymani'nin 2020'de ölümünden sonra Suriye'deki İran destekli milislerin başlıca koordinatörü haline geldi.
Ancak İsrail'in geçen yıl Hizbullah üyeleri ve altyapısına yönelik saldırıları, örgütün lider kadrosunu ortadan kaldırdı. Bu durum, Esed'e daha fazla askeri ya da lojistik destek verilmesini engelledi.
İsrail ayrıca Suriye'deki İran varlıklarını hedef alan hava saldırılarını da yoğunlaştırdı.
Başlangıçta İran'ın Suriye üzerinden Hizbullah'a silah transferini engellemeyi amaçlayan bu strateji, İsrail'in Hizbullah ve İran destekli “direniş ekseni” ile daha geniş çaplı çatışmasının bir parçası haline geldi
2023'ün sonlarında, İran'ın özellikle Irak üzerinden Suriye'ye asker ve lojistik hareketlerini etkin bir şekilde kesen fiili bir kara ve hava ablukasına dönüştü.
Hamaney bile Aralık ayı başında yaptığı bir konuşmada, İran'ın Esed'e destek veremediğini çünkü her erişim noktasının fiilen kapalı olduğunu itiraf etti.
Bu arada, Kasım ayı sonlarında Suriye'de muhaliflerin saldırısı başladığında, Suriye iç savaşının ilk aşamalarında önemli bir rol oynamış olan Iraklı Şii milisler, dış müdahalenin artan maliyetlerinden çekindikleri için yeniden çatışmalara girmeye isteksiz hale gelmişti.
Güvenilir müttefiklerinin desteğinden yoksun olması, İran'ın etkili bir şekilde karşılık verme kabiliyetini kısıtladı.
Öte yandan, Tahran'ın çatışmaya girmeme kararında iç faktörler de etkili oldu.
İsrail ile yaşanan iki misilleme, özellikle de İsrail'in İran'ın askeri tesisleri ve hava savunma sistemlerine düzenlediği bir dizi saldırı, Tahran'ın kırılganlıklarını ortaya çıkardı.
Ayrıca İran'ın ekonomisi bugün, 2011'de Suriye'ye ilk kez müdahale ettiği döneme kıyasla çok daha zayıf durumda ve bu da İran'ın maliyetli bir dış angajmanı daha fazla sürdürme kapasitesini sınırlıyor.
Gerilimin daha da tırmanması ihtimaliyle karşı karşıya kalan Tahran, kaynaklarını dış çatışmalara aktarmak yerine savunmasını güçlendirmeye öncelik verdi.
Esed'in düşüşü sadece İran'ın zayıflıklarını göstermekle kalmadı, aynı zamanda Tahran için hem bölgesel nüfuzunu, hem de rejimin istikrarını tehdit eden önemli yeni zorluklar ortaya çıkardı.
Bunların başında Hizbullah'ın operasyonel kabiliyetlerini yeniden canlandırmanın zorluğu geliyor.
Suriye, İran'ı Akdeniz'e bağlayan ve Hizbullah'a gelişmiş silah ve lojistik aktarımını sağlayan “kara koridorunda” uzun süre hayati bir lojistik merkez olarak hizmet verdi.
Esed'in çöküşüyle birlikte bu ikmal hattı kesildi, Hizbullah izole edildi ve direniş ekseninin coğrafi bağlantısı koptu.
İsrail ile 14 ay süren savaş nedeniyle halihazırda zayıflamış olan Hizbullah, şimdi İran'dan "çok daha az doğrudan lojistik destek alarak toparlanma" gibi zor bir durumla karşı karşıya kaldı.
Esed'in düşüşü aynı zamanda İran'ın müttefikleri arasındaki ideolojik ve mezhepsel ayrılıkların da altını çizdi, ki bu da eksenin bütünlüğünü daha da parçalayabilir.
İran, Hizbullah, Iraklı milisler ve Husiler, Esed'in düşüşünü "büyük bir gerileme" olarak değerlendirdi.
Ancak İran'ın desteklediği Sünni gruplar olan Hamas ve Filistin İslami Cihad, Heyetu Tahriru'ş Şam'ı (HTŞ) Esed'e karşı kazandıkları zaferden dolayı kutladı.
Eksen açısından Suriye'yi kaybetmek, İran'ın Irak ve Yemen'deki bölgesel ortakları nezdindeki güvenilirliğini de sarsabilir.
İran'ın Esed'i savunmak için kararlı bir şekilde müdahale etmemesi, muhtemelen Tahran'ın kapasitesi hakkında da şüpheler uyandıracaktır.
Örneğin, İran'la yakın ilişkilerini sürdüren eski Irak Başbakanı Nuri El Maliki, Esed'in devrilmesinden hemen sonra verdiği bir televizyon röportajında, Tahran'ın Suriye'deki eylemsizliğine şaşırdığını şöyle ifade etti:
“Suriye'nin yanında yer alan devletlerin tutumu beni şaşırttı. Rusya ve İran. Bu ülkeler pozisyonlarını nasıl değiştirdiler?"
Bu bağlamda, Tahran'ın desteğine bağımlı olan gruplar, ileride bu desteğin güvenilirliğini sorgulayabilir.
Suriye'deki müttefikinin kaybı İran'ı, Türkiye ile olan rekabetinde de dezavantajlı duruma düşürecektir.
Ankara'nın Suriyeli muhaliflere verdiği güçlü destek, bölgedeki güç dengesini bozdu.
Suriyeli muhalifleri destekleyen Ankara, Suriye'deki baskın dış güç olarak Tahran ve Moskova'nın yerini aldı. Bu durum, Türkiye'nin nüfuz alanını genişletirken, İran'ınkini sınırladı.
İran'da, Tahran'ın zayıflayan konumundan cesaret alan Türkiye'nin Irak, Lübnan ve Güney Kafkasya'da İran'ın zararına olacak şekilde nüfuzunu artırmaya çalışabileceğine dair endişeler artıyor.
Türkiye ayrıca, Irak ve Lübnan'da İran yanlısı Şii gruplara karşı Sünni gruplara desteğini artırabilir.
Güney Kafkasya'da ise Türkiye'nin, Ermenistan toprakları üzerinden Azerbaycan'a bağlayan stratejik bir geçiş yolu olan Zengezur koridorunun açılması için bastırması İran için sorun teşkil ediyor.
Çünkü bu durum, İran'ın bölgesel dayanağını ve Kafkasya'daki ticaret yollarını korumak için hayati öneme sahip stratejik bir ortak olan Ermenistan'a karadan erişimini keserek, onu ekonomik ve jeopolitik olarak izole etme tehdidi yaratıyor.
Son olarak, Esed'in düşüşü Tahran'da, rejime sadık taraflar arasında hoşnutsuzluğu körükledi.
Bazıları bu kaybı stratejik bir hata olarak nitelendirdi ve devlet televizyonunda hükümeti açıkça eleştirdi.
Ateşli destekçilerine büyük ölçüde güvenen bir rejim için bu tür bir muhalefet ciddi bir zorluk anlamına geliyor.
Dahası, İran'ın Arap ve Beluci grupların yaşadığı huzursuz güney bölgelerindeki Sünni aşırılık yanlısı grupların, Suriye'deki benzer görüşlü grupların zaferinden cesaret alarak, hükümetin giderek daha kırılgan hale geldiği bir dönemde daha fazla huzursuzluk riski yaratmasından korkuluyor.
Karşı karşıya olduğu birçok zorluğa rağmen İran, Suriye ve Levant'taki nüfuzunu korumak için taktiksel düzenlemeler yaparak stratejisini uyarlıyor.
İran, Esed'e doğrudan meydan okumasalar da, geçtiğimiz yıllarda Suriye'nin kuzeydoğusunda bir bölümü kontrol altında tutan SDG/YPG ile ilişki kurmaya ilgi gösterdi.
Hatta Esed'in devrilmesinden önce İran destekli güçler, Suriye'nin doğusundaki, özellikle de Irak sınırına yakın Deyrizor Vilayeti'ndeki kilit mevzilerden çekilerek, buralarda kontrolü SDG'ye devretti.
Bu hamle İran'ın kendisini Suriyeli Kürtler için potansiyel bir ortak olarak konumlandırma çabasına işaret ediyordu.
Bundan sonrasına ilişkin bir senaryo, İran muhaliflerin saflarındaki İsrail karşıtı ve Filistin yanlısı duyguları kullanarak HTŞ ile ilişki kurma olasılığını araştırabilir.
HTŞ liderliği İsrail'le bir çatışma başlatmak istemediğini ifade etmiş olsa da, İsrail'in devam eden saldırıları ve Suriye'deki ilerlemeleri bir fikir değişikliğini teşvik edebilir.
Tahran, Lübnan'daki Hizbullah güçlerine yeniden erişim gibi stratejik tavizler karşılığında HTŞ'ye destek sunabilir.
Alternatif olarak İran, Sünni radikallerin baskısından korkan, Suriye'nin batısındaki Şii ve Alevi azınlıklarla yeni bağlar kurmaya yönelebilir.
Bu gruplarla ittifak kurarak İran, Suriye'de nüfuzunu sürdürecek sadık güçler ve vekillerden oluşan bir ağ kurabilir.
Hatta İran, Irak'a kaçan yüzlerce Esed rejimi askerini karşı devrimci bir güç olarak yeniden örgütleyerek, Suriye'de yeniden yer edinmesini sağlayabilir.
Esed'in düşüşünün ardından Tahran'ın artan güvensizlik hissi, Irak ve Yemen'deki müttefik milisleri daha da güçlendirme veya Suriye'de mezhepsel gerilimleri kışkırtma çabaları gibi bölgeyi istikrarsızlaştıran faaliyetleri tırmandırmaya itebilir