Daha fazla kadın lider olsa dünya daha barışçıl bir yer olur muydu?
Dünya son zamanlarda daha tehlikeli hissettiriyor, çatışmaların sayısı artıyor.
Ukrayna'dan Rusya'ya, İsrail'den Gazze'ye ve Sudan'a kadar tüm bu savaşların ortak noktası, hepsinin erkekler tarafından yürütülmüş olmasıdır.
Bu bağlamda, daha fazla kadın lider olsa dünyanın daha barışçıl bir yer olup olmayacağı hep merak konusu oldu.
Ancak ne yazık ki, kadın liderlerin şimdiye kadar en az erkek meslektaşları kadar agresif olduğu ortaya çıktı. Yine de kadınlara daha fazla güç vermek toplumları daha barışçıl hale getiriyor.
Popüler Gazete'nin Sky News'ten aktardığı analize göre Ekim 2024 verilerine göre 193 ülkeden sadece 13'ünde kadın lider bulunuyor.
ABD'nin eski başkanı Barack Obama 2019 yılında yaptığı bir açıklamada, dünyadaki sorunların çoğunun "genellikle yaşlı erkeklerin iktidar yolundan çekilmemesinden" kaynaklandığını söylemişti.
Obama ayrıca, "Kadınların lider olması halinde daha az savaş olur, çocuklar daha iyi bakılır ve yaşam standartlarında genel bir iyileşme olur" ifadelerini kullanmıştı.
Aynı şekilde eski İrlanda cumhurbaşkanı Mary Robinson da, Dünya Kadınlar Günü nedeniyle basına verdiği demeçte, daha barışçıl bir dünya için daha fazla kadının lider olmasının gerekli olduğunu söyledi.
Birleşmiş Milletler (BM) eski başkanı Kofi Annan ise 19 yıl önce yaptığı bir konuşmada şöyle demişti:
"Çatışmaları önlemede kadınların güçlendirilmesinden daha önemli bir politika yoktur."
Ancak BM'nin 80 yıllık tarihinde, hala bir kadın kuruluşun lideri olarak görev yapamadı.
Kadınlar çatışma başlatmaya yatkın
Princeton Üniversitesi'nde siyaset bilimi alanında yardımcı doçenti olan Christopher Blair'e göre, tarihe bakıldığında kadın liderlerin erkekler kadar, hatta daha fazla "çatışma başlatmaya yatkın" olduğu görülüyor.
Blair açıklamasında, "Özellikle kendilerini ulusal güvenlik konusunda ılımlı ve daha az yetenekli olarak gösteren toplumsal cinsiyet kalıplarını aşmak için İngiltere'nin ilk kadın başbakanı olan 'Demir Leydi' lakaplı Margaret Thatcher gibi sert hareket etmeye teşvik ediliyorlar" dedi.
Bilindiği üzere Thatcher 1982'de, Arjantin savaş gemisi Belgrano'da 323 kişinin ölümüne neden oldu ve İngiltere'yi Falkland Savaşı'na sürükledi.
Blair, Taliban'la barış görüşmeleri konusunda tereddüt yaşayan ABD eski Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'ın da "basmakalıp bir şekilde yumuşak biri olarak algılanmaktan korktuğu için" tereddüt ettiğini ekledi.
Diğer yandan yazar Joslyn Barnhart'a göre, artık "çok daha erkeksi" olan dünyada, kadınlar "erkek liderlik stereotiplerine daha fazla maruz kalma" baskısı altında kalıyor.
Örneğin İtalya'nın sağcı yıldızı ve ilk kadın başbakanı Giorgia Meloni, unvanının erkek versiyonu olan "il Presidente"yi kullanmayı seçti.
Blair'in araştırması, kadınların tehditlerden geri adım atmaları durumunda daha sert cezalandırıldıklarını, bunun da onları yangını söndürmek yerine, körükle gitmeye teşvik ettiğini ortaya koyuyor.
Buna bir örmek verirsek; The Sun gazetesi 2016 yılında Başbakan Theresa May'i övmüş, ancak iki yıl sonra Brexit konusundaki "yumuşak" duruşu nedeniyle onu eleştirmişti.
"Patriarchs: How Men Came to Rule" (Patriarklar: Erkekler Nasıl Yönetmeye Başladı) kitabının yazarı Angela Saini de, kadınların erkek saldırganlığını taklit etmediğini, aksine kendilerinin de saldırgan olabildiğini söyledi.
1975 yılında Hindistan Başbakanı Indira Gandhi olağanüstü hal ilan etti ve bu sırada muhaliflere, medeni haklara ve basına yönelik baskıları artırdı.
15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar Avrupa'da kraliçelerin krallardan daha fazla savaşa gittiği ortaya çıksa da, şu an dünyada o kadar az kadın lider var ki, onları erkeklerle karşılaştırmak zor.
Örnek verirsek; Birleşmiş Milletler'e (BM) üye ülkelerin yalnızca üçte birinde en üst düzey pozisyonlarda bir kadın yer aldı.
Şu anda BM'nin başına bir kadının getirilmesi için kampanya yürüten The Elders adlı örgütün bir üyesi olan Bayan Robinson, "Kadın liderliği sadece kadınların 'sorumluluk sahibi' olması anlamına gelmiyor" diyor.
Yapılan araştırmalar, kadınların barış süreçlerine daha fazla dahil edilmesinin, bu süreçlerin daha uzun süreli olmasını sağladığını, parlamentoda savunma harcamalarını azalttığını ve seçimlerde yer almanın demokrasileri daha barışçıl hale getirdiğini gösteriyor.
Cinsiyet eşitliğinde küresel olarak dördüncü sırada yer alan Yeni Zelanda'da, kadınların oy hakkı konusunda araştırmalar yapan Joslyn Barnhart, son başbakan Jacinda Ardern'in agresif meslektaşlarından "çok farklı bir liderlik modeli" denediğini ifade etti.
Barnhart, "Elbette şu anda işlerin tam tersine gittiğini, daha çok erkeksi, saldırgan, iddialı seslere doğru dönüldüğünü görüyoruz" diye ekledi.
Farklı ülkelerde yapılan çeşitli araştırmalar, kadınların savaşa daha karşı olduklarını ortaya koydu (bunun doğuştan mı yoksa sonradan mı geldiği ayrı bir tartışma konusu). Ancak tehdit yakın olduğunda bu durum dengeleniyor.
Robinson ise, kadınların erkeklerden daha iyi olduğunun söylenmediğini vurgulayarak, "Dünyanın en zorlu sorunlarının çözümü için sadece dünya nüfusunun yarısının değil, tüm kesimlerin sesinin duyulması gerekiyor" diye konuştu.